Uzun İnce Bir Yolda
4 Haziran 2018 Pazartesi
14 Haziran 2013 Cuma
Sokak ve Kayak
14 Ocak 2013 Pazartesi
Beni Tanıdın mı?
Yetkin Dikinciler ve Bülent Emin Yarar |
Diye cevap veriyor Profesyonel’i seyredenler.
3 Ocak 2013 Perşembe
Balkanski I - Bulgaristan I
Balkanski I - Bulgaristan I, a set on Flickr.
Geçen yaz, hayatımda ilk kez yurt dışına çıktım. Babadan kalma yeşil pasaportumla işler biraz da ucuza geldi, aslında bir derneğin etkinliğiydi. Organizasyonun başında da bölümden arkadaşım olunca kendimi otobüsün en arka koltuğunda buldum.
Kara yolu coğrafyayı hissetmek için birebir tabi 8 günlük bir seyahate hazır mıydım açıkçası bunu ben de bilmiyordum. Aklımda filmlerden kalma bir gezgin hal ve tavır rol modeli vardı. Tabi ortam o yalnız gezgin klişesine hiç uymuyordu iki otobüs dolusu turisttik, gezgin bana ay kadar uzaktı.
Pazar akşamı otobüslerin kalkmasını beklerken parkta oturmuş elimde sigara içip uzun süre uzak kalacağım radyolarda dolaştım kulaklığımda. İşler ciddiye binince vazgeçmek benim en büyük meziyetimdi, radyoları dolaşırken de yokladı. Hava karardığında otobüslerin farları yanıp uzaklaşmaya başlayınca sıradan ve sıkıcı rutinimi özlemeye başladım. Evden çıkıp koltuğunu özlemek bir bakıma.
Sınıra gelene kadar aklımda bunlar vardı, Kapıkule'de çıkış puluna 15 lira verip yapıştırıp ara bölgeye geçince kendimi bilgisayar oyununda gibiydim. Kendimi yukarıdan kontrol eden kendimle Duty Free mağazasında içkilere ve sigaralara bakıyordum. Bütün yolcular dağılmıştı, herkes vergisizliğin cazibesiyle tuhaf şeylere bakıyordu. Kendimi vodka şişelerinin önünde buldum sonra karnımın acıktığını hissettim ve fahiş fiyata birkaç simit ve kağıt bardakta çay aldım, rutinler tekrar aklıma geldi. Çıkmadan önce bir karton sigara almam lazımdı, bütün seyahat boyunca bununla idare etmeliydim ve daha önce hiç kullanmadığım bir markayı aldım sırf fiyatı tam para diye, bozukluk çıkmasın diye. (Duty Free mağazalarında Euro geçiyor)
10 Ekim 2011 Pazartesi
Porno
Kelime manası ve kökeni itibariyle porno bazıları tarafından gayri ahlâkî diye nitelendirilen insan ürünlerindendir. Pornoyu sapıklık, kötü alışkanlık, günah ya da başka kavramlar kullanarak yaftalamak da pekâlâ mümkün ama biliyoruz ki insanoğlu –erkek ve kadın olarak tümü- hayatının belli bölümünde veya tamamında- pornoyu kullanıyor. Kullanmaktan kastımız elbette ki porno izlemek.
''Bir puro bazen sadece bir purodur'', Sigmund Freud
Benim gibi erkek cinsinden olan insanlar Freud’un genital dönemin başlangıcı olarak kabul ettiği 12-13 yaşlarında pornoyla bir şekilde tanışır; ya bir dergiyle –adult magazine- ya bir porno cdsiyle –Yazıcıoğlu, Abi sidi lazım mı?- ya da internet vasıtasıyla – porno siteleri -. Porno herkesin bildiği üzere insanoğlunun kendini elle tatmin etmesindeki – mastürbasyon- bir araçtır. Mastürbasyon kelimesini kullandığımız vakit bu bize bilimsel bir sterilizasyon sağlamakta fakat bu bana yapay bir temizlik hissi verdiğinden Türkçe argosundaki bazı karşılıklarını ve bunların kökenini de aktararak vermek istiyorum;
31 çekmek : Ebcet hesabında 3 ve 1’in elif ve lam harflerine karşılık gelmesi ve bunları birleştirince el kelimesine ulaşılmasından hareketle 31’in bu manada kullanılmaktadır.
Elizabeth : Bu İngiliz isminin telaffuzunda Türkçedeki el kelimesini barındırmasından yine bu manada kullanmaktadır.
Tavşana Niyet Çektirmek : Çekmek fiilinden kaynaklanan bir gönderme.
Hataya Gidip Gelmek : Hatay ilinin trafik plaka kodu olan 31’e bir gönderme.
Tombala : El ile yapılan bir fiil olduğundan, bu benzerliğe gönderme.
Çavuşu Tokatlamak : Askerlik ve abazanlık bağlantılı bir gönderme.
Örneklerden de görüldüğü üzere mastürbasyonun Türkçedeki karşılıkları genellikle erkek mastürbasyonuyla alakalı. Bunu erkeklerin sürekli seks düşünmelerinden? kaynaklı bir durum olarak görebiliriz. Porno ve mastürbasyonla bağlantılı diğer bir kavram da elbette ki sekstir. Türkçede seks kavramını karşılayan? -aslında tam bir karşılığı yoktur- kelime mastürbasyonda da olduğu gibi oldukça maço ve erkeksidir; Sikmek. Kelimenin kökenine baktığımızda Eski Türkçe dönemine kadar gittiği görülmektedir. Kelime ‘si-‘ fiil köküne kadar gitmektedir ki si-‘den türettiğimiz ‘sik’, erkek cinsel organını karşılar. Buradan gelen ‘sikmek’ fiili ise ilk dönemlerde bugün işemek dediğimiz fiili adlandıran bir kelime olarak karşımıza çıkmakta. Kelimenin geçmişten günümüze yaptığı anlam yolculuğu ilgi çekicidir.
Mastürbasyon İronisi, Boksuneun naui geot (Sympathy for Mr. Vengeance), Chan-wook Park
Sahne ile ilgili açıklama : Ryu (Ha-kyun Shin) hastalığından yataklara düşmüş ağrısından ötürü bağırmaktadır, yan dairedeki abazan gençler bu bağırtıları seks iniltisi sanarak kendilerini tatmin eder.
Dilbilimsel açıdan baktığımızda günümüz Türkçesinde işteşlik –birlikte yapma- eki alan haliyle ‘sik-iş-mek’ kelimesi akla doğal olarak erkek cinsel organını ve eril bir durumu getirmektedir oysa günümüz İngilizcesindeki ‘fuck-ing’ kelimesi Türkçedekinden farklı olarak iki cins için de kullanılabilecek şekilde bir anlam genişliğine sahiptir. Burada toplumlar arasındaki farklar elbette ki göz önünde tutulmalıdır fakat verilen örnek adlandırmadaki cinsiyet mevzusunu göstermesi bakımından mühim bir ayrıntıdır.
Bu dil faslının ardından asıl konumuza yani pornoya dönelim. İster bir anlık haz, ister günah olsun porno, Türk gençleri –ki burada başat rolü erkeklere vermekteyiz- için bir ihtiyaç halini almıştır. Bu tespiti yapmamıza sebep olan dinin – İslâm- evlilik öncesi cinsel birleşmeye getirdiği yasak ve dinin toplumun cinsel tabuları üzerindeki etkisidir. Ki bu durum evliliği –çok tuhaf bir kelime, karşıladığı anlam bakımından- bedava seks olarak algılayan bireylerin ortaya çıkmasına da neden olmaktadır -var böyle bi şey-. İslâmda mastürbasyon terimsel karşılığıyla İstimna müctehidlere göre farklı yorumlanmaktadır; Şafiî mezhebinde mastürbasyon mutlak haram sayılmakla birlikte Hanefî ve Hanbelî mezhebinden müctehidler duruma göre mubah veya vacip olarak sınıflandırmışlardır. Mubah sayıldığı koşulları; Kişinin eşi yoksa, zina yapmaktan alıkoyuyorsa ve vücudundaki birikimi gideriyorsa diye sıralamışlardır. Vacip sayıldığı durum ise mastürbasyonun zina yapmaktan alıkoyduğu haller olarak gösterilmiştir.
İnternet bir porno çöplüğüdür.
Elbette ki porno geçmişten günümüze teknolojik açından büyük gelişme göstermiştir. Dinî öğretilerle aktarılan bugün porno olarak adlandırabileceğimiz eserlerden –Kamasutra vs. – çizimlere, fotoğraflara, dergilere, kasetlere, cdlere ve internete kadar uzun bir yol kat etmiştir. Bu teknolojik gelişmenin son evresi olarak görebileceğimiz internet pornonun dünya geneline yayılmasında ve büyük bir sektör haline gelmesinde en büyük etkenlerdendir. Post-modern dünyada toplumların küreselleşmesinin en büyük anahtarı sayabileceğimiz internet pornonun da küreselleşmesine imkân vermiştir. Bugün Amerika’daki, Almanya’daki veya Japonya’daki porno yıldızlarını bir Türk, bir Arap ya da bir İngiliz tanıyabilmektedir. Bu ilginç tanışıklık durumu sosyal medya dediğimiz kavramın yayılmasıyla daha da tuhaflaşarak porno yıldızıyla iletişime geçme imkânı bile sağlamaktadır.
Stoya, Porno Yıldızı. Blogu ve twitterı.
Porno, internet evreninde o kadar büyük bir yer işgal etmektedir ki interneti bir porno çöplüğü olarak görenler vardır. Bu görüşten kaynaklı bir sonuç olarak bazı devletler, bu içeriği barındıran sitelere ulaşımı engellemek, sansürlemek ve yasaklamak için yoğun çaba göstermektedir. (Bkz: Türkiye Cumhuriyeti). Elbette ki pornonun çocuklar üzerindeki zararlarını göz ardı etmiyoruz fakat internette pornoya erişimi yasaklayarak çocuğun psikoseksüel gelişimini sağlayacağını düşünmeyi abes bulmaktayız. Porno siteleri elbette ki çocuk bireyi etkiler fakat ana akım medyaların içeriklerinin pornolaştırılarak sunulması bizce porno sitelerinden daha büyük bir sorun arz etmektedir. Gazetelerin internet sayfalarını ve haber sitelerini ele alalım, ‘Seksi Fotoğrafları İçin Tıklayınız’cılığın ya da fotoğraf ve video galeri içine saklanmış cinsellik yüklü öğelerin makulleşmesi herhalde porno sitelerinin çokluğundan dolayı olmamıştır. Bu editöryal tercihler toplumun pornoya bakışında ikircikli bir tavır oluşturmuştur. Ebeveynler hem porno siteleri zararlı bulmakta hem de porno sayılabilecek öğelerin bulunduğu medyaları kullanmalarına ve çocuklarının kullanmasına bir şey dememektedir. Burada ikiyüzlülüğün üzerinde durulması gerekmektedir fakat bu ayrı bir yazı konusudur.
''Porno Benim İsyanımdı'', Sibel Kekilli
Porno yakın zamanda yeni bir anlam daha kazanmıştır. Burada teşhirde abartıya kaçmak ya da gözüne sokmak diye açıklayabileceğimiz bir manada kullanılmaktadır. Mesela Şiddet Pornosu; Erkeklerin kadınlara uyguladığı fizikî şiddeti göstermeyi amaçlayan Habertürk gazetesinin sürmanşeti buna örnek gösterilebilir. Veya Ölüm Pornosu; Türkiye’de yaşanan düşük yoğunluklu iç savaşta ölümler ve onların teşhiri üzerinden yapılanlar bu sıfatı taşıyabilir. Hüzün pornosu; insanların duygularını sömürenlerin yaptığı eylemi bu şekilde adlandırabiliriz. Dilenciden, bol acılı reklamları olan yardım derneklerine kadar çok geniş bir spektrumu kapsayabilir.
Şiddet Pornosu Örneği, Habertürk Gazatesi sürmanşeti, 07.10.11 tarihli nüsha
Dağınık bir saçmalamaydı, burada bitti stop.
2 Ekim 2011 Pazar
Memleketeyn ve Düşük Yoğunluklu İç Savaş
Gösterimin ardından eski bir Ermeni ya da Rum evinden bozma çayevinde demleniyoruz. Diyarbekirli diyor ki; Zazalar çok güzel Fransızca konuşur, sonuçta aynı dil ailesinden. Gülüyorum ve ona dönüp soruyorum;
- Peki sen rüyalarını hangi dilde görüyorsun?
- Rüyada kiminle konuştuğuma bağlı, diyor.
Türk takımlarının hazırlık maçlarını seyrederken tribündeki Avrupa Türklerini –gurbetçi yerine bunu kullanmak isterim şahsen- gösterince düşünüyorum da acaba onlar rüyalarını hangi dilde görüyor. Hepimizin bir uzak ya da yakın akrabası vardır Almanya’da ve gelirken mutlaka likörlü çikolata ya da elektronik alet getirmiştir. Getirdikleri likörlü çikolata ya da kullandıkları Mercedes kadar oralı olabilenlerin sayısı yeni nesillerde artıyor ama yine de iki memleketi olan bir insan olmak tuhaf olsa gerek. Böyle diyorum ama hepimizin iki memleketi var bi bakıma, İstanbullu değiliz, aslen oradanız ya da baba tarafımız şuradan. Yine de bu iç gurbetçilikle dış gurbetçilik çok farklı mevzular.
Euro 2008 yarı finalinde Türkiye Almanya ile karşılaşınca çıkan bir karikatür
Açalım;
Avrupa merkezli Türkiyelilerin (Sünni Türk ya da Alevi-Kızılbaş Türk veya Kürt. Tabii Süryani, Keldani filan da var) televizyon kanallarını gezdiğimde özellikle reklamlara bakıyorum. Sünni ya da Alevi adetlerine uygun olarak defin hizmetleri veren şirketlerin tanıtımlarını görüyorum bazen. Bir ülkeye yerleşirken öleceğini de hesaba katmalı insan. Cenazenizin ‘kendi’ memleketinize gömülmesini istemek en doğal hakkınız ama birkaç nesildir yaşadığınız ülke ‘sizin’ değilse orada da bir tuhaflık var. Geçen yıl TRT Türk’te yayına başlayan Avrupalı programı tam bu mevzuları konuşmak üzere her hafta farklı bir Avrupa şehrine gidip oraya yerleşim ya da yaşayan veya orada doğmuş büyümüş Türkleri/Türkiyelileri bir salonda topluyor. Ardından kendi hayatları üzerine konuşuyor katılımcılar.
İki kavram ön plana çıkıyordu bu toplantılarda; Entegrasyon ve Asimilasyon.
Entegrasyon : ~ Fr intégration bütünleme, birbirine ekleyerek bütün haline getirme < Lat integrare bütünlemek, kusursuz hale gelmek veya getirmek +tion < Lat integer, integr- dokunulmamış, tam, bütün < Lat in+2 tangere, tact- dokunmak << HAvr *tag- a.a. → takt
Asimilasyon : ~ Fr assimilation özümseme, benzeşme veya benzeştirme ~ Lat assimilatio < Lat assimilare benzetmek, benzeştirmek +tion < Lat ad+ simulare benzetmek → simülatör .
Sözlük bize ayrıştırması zor iki karşılık sunuyor. Anlamayı kolaylaştırmak için benzetme yaparsak Asimilasyon kendi dilini, gelenek ve göreneğinden sıyrılıp hakim etnik unsura benzemek oluyor. Entegrasyonun manası ise hem geçmişten gelen değerlerini taşıyıp hem de bulunduğun diyara uyum sağlayabilmeye çıkıyor .
Söylemesi kolay olsa da asimile olmayıp entegre olmak büyük bir mesele. Bunu becerebilmek için diaspora olmak gerekiyor.
Diaspora/Diyaspora : (Eski Yunanca: διασπορά – "saçılma, tohum saçma, zerreler halinde dağılma"; İng: diaspora) Esasında Biyolojik bir terim olan diaspora çok uzun bir zamandan beri bir kavim veya ulusun anavatanından çıkarak başka ülkelere dağılmasına verilen ad olmuştur. Sözcük hem dağılma eylemini hem de dağılmış olarak yaşayan toplulukları ifade eder.
Pek tabii diaspora olmak için ortak bir mesele gerekmekte. Diasporalar üzerine fikir yürüten sosyologlar bu toplulukları ayakta tutanın genelde büyük bir acı ya da savaş olduğunu düşünüyorlar. Dünyaya yayılmış Yahudileri bulundukları ülkelerde birbirlerine bağlayanın Nazilerin yaptığı soykırım – Holokost – veya Ermenileri birbirlerine bağlayanının Soykırım-Genocide/1915 Olayları olduğunu dile getiriyorlar. Tabii bu örnekler çoğaltılabilir; Şah döneminin ardından gelen İslam Devrimi sonrası İran’dan kaçanların laik/şeriatla yönetilmeyen bir İran özlemi etrafında toplanmaları, 1980 darbesi ve sonrasındaki ‘Düşük Yoğunluklu İç Savaş’ döneminde Türkiye’den ayrılan/ayrılmak zorunda kalan Kürtlerin ve diğer azınlıkların zihin dünyalarındaki ülke hayaliyle örgütlenmeleri filan.
Misak Manuşyan, Adıyamanlı Partizan.
Bunları neden söyledim, şunun için; Türkiye’den Avrupa’ya yalnızca çalışmak için giden Türk vatandaşlarının entegrasyonlarını sağlamaları zor çünkü onları diasporalaştıracak bir meseleleri yok. Yılın bir bölümünü Türkiye’de geçiren, yatırımını Türkiye’ye yapan, emekliliğini Türkiye’de yaşayan bu insanların arafı diasporaların durduğu araftan çok farklı.
İşte bu durum beni çekiyor, ister istemez ilgi duyuyorum. Belki de bu konu üzerine yazacağım tezin zihinsel ön çalışmasını yapıyorum şuan bilemiyorum.
Araftakilerin hikâyelerini en iyi anlatanlar yine araftakiler oluyor. Fatih Akın’ın Duvara Karşı’sı araftakilere bir ağıt gibiydi adeta. Sibel Kekilli’yi tanımamızı sağlayan film bi taraftan da. Gerçi ben Sibel Kekilli daha önce tanıdım, filmden bir süre önceydi sanırım emin değilim tarihinden Uğur Dündar’ın Arena’sında –ne de tuhaf bir programdır- Porno batağına düşmüş ‘gurbetçi’ Türk kızını anlatan bir bölüm yayınlanmıştı. İşte orada anlatılan Türk kızı Sibel Kekilli idi.
Peki Sibel asimile mi oldu? Bilemiyorum. Belki Türkiye’de yaşasaydı hayatı benzer güzergâhı takip edecekti. O zaman yani Türkçe konuştuğunda ve Türkiye’de yaşadığında diğer meşhurlar gibi biri olduğunda ‘Türk’ mü olacaktı?
Gegen Die Wand, Duvara Karşı, Fatih Akın
Bu mesele üzerine epey bir okuma yapmam gerek anlaşılan.
Yazının başındaki anımı tam da bu yüzden anlattım. 1990larda ‘Düşük Yoğunluklu İç Savaş’ yüzünden memleketlerinden gelen ve İstanbul’a yerleşen arkadaşımız, dostumuz, akrabamız olan insanlar asimile mi oldular/olacaklar yoksa entegre mi oldular/olacaklar? Onları bir arada tutan ve diasporalaştıran bir meseleleri var, geceleri arka sokaklardan çıkıp camı çerçeveyi indirdiklerinde gördüğümüz bir meseleleri. Bizi rahatsız eden bir meseleleri var.
PKK’nın yasal siyasi temsilcisi BDP’nin eşbaşkanlarından biri söylemişti sanırım; ‘’Biz batıdakilerle –siz Türkler deyin- ortak bir dili konuşabilen son nesiliz, bizden sonrakilerin gösterdiği kontrolsüz öfke ve saldırganlık karşı tarafın –T.C.’nin ya da Türklerin diyelim jargona uysun – idari ve askeri güçleri dışındakilerle iletişimleri, ortak yaşanmışlıkları hiç olmamasından kaynaklanmakta.’’
Bayraklara sarılmış şehit tabutları ve A4 Kağıda yazılmış isimler
Bu sözler üzerine epey düşündüm. Diyarbakır, Şırnak, Batman, Hakkâri vs. deyince akla gelen şeyler sadece savaş ve ölümle alakalı. Zihinlerde kötü bir anlamla birlikte yer ediyor. Şu günlerde yine ölüyoruz, öldürüyoruz, konuşuyoruz/lar, masadan kalkıyoruz/lar, sonra tekrar oturuyoruz/lar sanki günler birbirini tekrar ediyor ama o dili kuramıyoruz, sonraki nesille anlaşacak kelimelerimiz yok, onların da yok belki bilemiyorum çünkü konuşmadım. Eğer biz yani ortak dili oluşturacak nesil(ler) bu kötücül dili değiştiremezsek yalnızca savaşa entegre olan, ruhu kan ve şiddetle asimile edilmiş diğerleri gibi olacak maalesef sonumuz. Yugoslavyalının yaşadığını tekrar yaşamamıza gerek yok.
Kafam çok karışık, nereden nereye geldim. Stop.
24 Eylül 2011 Cumartesi
Çay Bardağı, Çaybar Dağı, Çaybardağı
Yandak Çarklı, Şirket-i Hayriye'nin -Günümüzün Şehir Hatları- meşhur vapur çeşidi
Can sıkıntısının tedavisi şehir hatları olsa gerek. Önce iskeleye ineceksin yürüyerek sonra Beşiktaş’a, oradan Kadıköy’e, ardından Eminönü’ne ve geriye Üsküdar’a, şehrine döneceksin. Tabii vapurun burnuna geçip rüzgârdan bir nefes çekeceksin, sigara yasağından sonra güvertede içine çekebileceğin en güzel şey Boğaz esintisi çünki.
Vapurda sigara içmek 5727 sayılı yasaya göre yasaktır, içebilenleri alkışlıyoruz.
Televizyon Darüşşafaka’yı kazanmış yetim üçüzlerden bahsediyor sonra veletlerden kız olana mikrofon uzatıyor muhabir;
- Ne olacaksın okulunu bitirince?
Bir çocuğun ağzına hiç yakışmayan sarih bir İstanbul Türkçesi ve büyük adam tonlamasıyla cevap veriyor;
-Amerika’ya gideceğim.
-Neden?
-Orada master yapacağım sonra…
İşte o an kanalı değiştiriyorum. İlkokula giden bir çocuk Amerika’ya gidip master yapmayı şimdiden düşünüyor yahu! Bu benim canımı sıkıyor. Üç yetim çocuk deyince kafanda Reha Muhtar’ın anahaber bültenciliğinden kalma bir alışkanlıkla Gülümcan çalmaya başlıyor da kız master deyince Çocuk da Yaparım Kariyer de diyen bir Nil Karaibrahimgil giriyor sanki kadraja.
Nil Karaibrahimgil, Çocuk da yapar kariyer de
Hep bu Milli Eğitim, kaç nesli iğfal etti. Tedrisatın birliği bizi dağıttı, her yıl değişen sınav sistemleri hep bize vurdu. Kendimi cenabet bir neslin üyesi gibi hissediyorum bu yüzden. LYS, SBS, ÖSS, ÖSYS, KGS, OGS, İBDA-C, TKP/ML, DHKP-C . Kısaltınca bölücü terör örgütlerine ya da köprü geçmek için gereken sistemlerine benziyor sınavlar. Aslında bi bakıma öyle sayılır, hem bölüyor terörüyle hem de onu kullanıp geçebiliyorsun köprüyü.
Ahmet Buhan, Tüm Dersler
Devlet senle ne yapacağını bilmeyen bir cam ustası gibi, üfledikçe şekil alacaksın ama fırına girmen gerek, fırın da harlı ateş. Benden iyi bir vazo olur diyorsun ama o seni bardak yapıyor. Sonra diyor ki seni bu şekilde işe alamayız bize bardağın ince bellisi gerek, çay içeceğiz çünki. -Eee ne yapacağım? Cevap geliyor; Sorun yok, fırına gireceksin o kadar. Fırına hazırlanıyorsun, giriyorsun ve çıktığında artık çay bardağısın ama o da ne! çay bardakları da iş bulamıyor artık. Aranan özellik Ajda bardaklık diplomasıymış. Hayda! Yine ateşe girmen gerekecek dostum, yine hazırlanman yine harlanman, yine...
Çay Bardağı, Çaybar Dağı, Çaybardağı
Bir bardağa sap bile olamayacağın şekilde çıkacaksın anlayacağın MEB’in/YÖK’ün rahle-i tedrisatından. Yarı mamul bile olamayacaksın. Belki zehir gibi kafan var ama çalışmıyorsun yani ham madde olarak aranan türdensin mesela borsun - Amerika ve Pis Siyonistlerin çıkarmamıza izin vermediği efsane şey yani-, ama borcam da günlerde evhanımlarının birbirlerine hediye ederek ellerinden çıkardığı vasıfsız bir ürün maalesef. Yani anca memur olursun oradan oraya tayin edilirsin.
Aslan, Avlanırken, Büyük Kedilerin Günlüğü, Discovery Channel, National Geographic, Belgesel
Evrim teorisini her sene test eden devlet senden doğal seçilimi aşıp kendinin cam ustası olmanı istiyor. Ne idealist bir düşünce, kendi kendini üflemezsen piyasayı/pazarı/talebi takip etmezsen zücaciye dükkânında bir ömür alıcı beklersin. Komik ama hiç kimse gülmüyor bu duruma. Hayvan belgeselinde hemcinsinin ölümünü izleyen antilop gibisin, her sınavda bir tanıdığını etoburlar yiyor. Gazeteye bakıyorsun atama bekleyen antiloplar, sınava hazırlanan zebralar, iş arayan genç alageyikler görüyorsun.
İşte bu canını sıkıyor, Boğazda ne kadar dolaşsan da şehir hatları vapuralarıyla geçmiyor.